Şarkıları susturmak, hakları gasp etmek ve demokrasiyi kirli postal ve paletlerle çiğnemek için yola çıktılar…
28 Şubat 1997, Türkiye Cumhuriyeti tarihine, önüne postmodern sıfatı iliştirilmiş bir darbenin gerçekleştiği gün olarak geçti. Türkiye, o utancın köşe taşlarını hafızalarından hiç silemedi.
1995 Türkiye için genel seçim yılıydı. Refah Partisi, sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başarmıştı. Ancak kendilerini devletin sahibi zannedenler bundan rahatsızdı.
Önce Necmettin Erbakan ve partisini iktidar dışı bırakmak için seçenekler denendi. Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin kurduğu ANAYOL hükümeti yaşayamadı.
8 Temmuz 1996’da Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller arasında koalisyon görüşmeleri bitmiş REFAH YOL hükümeti Meclis’ten güvenoyu almıştı.
Sürecin en popüler kavramı İrtica
Erbakan hükümetinin Doğu ile yakınlaşması, İslam dünyasında alternatif uluslararası ekonomik ve askeri sistem arayışı milletin kararını beğenmeyenlerin rahatsızlığını daha da artırdı. Kısa süre sonra sosyolojik operasyonlar, kriminal senaryolar için harekete geçilecekti.
Sürecin en popüler kavramı İrtica idi… Çoğu hükümet karşıtı, kelime anlamını dahi bilmediği bu kavramı “tüm kötülüklerin anası” olarak görüyor ve meydanlarda “irticaya hayır” sloganları yankılanıyordu. Bu,darbe yoluna yerleştirilen en etkili köşe taşıydı.
6 milyon kişi fişlendi
Dönemin kudretli generalleri sürecin ilerleyen günlerinde mesajlarını açık açık vermeye başladı.
Batı Çalışma Grubu gazete manşetlerinden inmiyor, sonradan davalara konu olan fişleme faaliyetleri tam gaz devam ediyordu.
Necmettin Erbakan ve koalisyon ortağı Tansu Çiller’e bırakın oy vermeyi sempatiyle bakanlar dahi fişlenmekten kurtulamadı. Yakın geçmişte, o dönem 6 milyon kişinin fişlendiği hukuk metinlerinde yer aldı.
Başörtülü öğrenciler ikna odalarında aşağılandı
Genelkurmay Başkanlığı’nda medya ve yargı mensuplarına brifingler başlatıldı. 28 Şubat’ın generalleri ayakta alkışlandı. Beşli çete olarak anılan, meslek örgütleri de darbecilerin yanındaydı.
Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yer alan fiiller irtica tehlikesinin unsuru ve laiklik aleyhtarı fiil olarak damgalanıyor ve kayıtlara geçiriliyordu. Başörtülü öğrenciler okullara alınmıyor, her fırsatta ikna odalarında aşağılanıyordu.
Camiler gözetim altına alınmış, imam hatiplerde okuyanlar fişlenmiş, başörtülü öğrencilerin eğitim hakkı gasp edilmişti. 1997 yılına böylesi bir atmosferde girildi.
Askerlerin açıklamaları her gün manşetlere taşındı
Plan esasında çok basitti; çeşitli sansasyonel kurgular ortaya atılacak ve hükümet darbe tehdidiyle düşürülecekti.
Medya, darbe orkestrasının en etkili enstrümanıydı. Manşetlerin iki hedefi vardı. Hükümet üyeleri ve onlara yetki veren halkın değerleri… 28 Şubat medyasına yeni bir de isim verildi: Silahsız kuvvetler.
Askerlerin açıklamaları her gün manşetlere taşındı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in açıklamaları ise süreci hızlandıran cinstendi.
Bir gün başörtülü öğrencileri Arabistan’a gönderiyor, bir gün demokrasinin yegane simgesinin senfoni orkestrası olduğunu ifade ediyordu.
Aczmendiler, medyanın ilgi odağı oldu
Birden ortaya çıkan aczmendiler, medyanın ilgi odağı oldu. Hükümet üyelerinin attığı her adımdan bir mana çıkartan haberleri, bir tarikatın içinde yaşanan ahlaki zafiyet yüklü ilişkiler ve kurgulanmış itiraflar izliyor, zikir görüntüleri asker postallarına karışıyordu.
Sürecin idarecisi komutanlara göre “İrtica PKK’dan dahi tehlikeli”ydi
Gelişmeler, pireyi deve yapan bir anlayışla topluma sunuluyordu. Başbakanlık’ta verilen iftar yemeği, Sincan’da düzenlenen Kudüs gecesi medyanın dilindeydi.
Sürecin idarecisi komutanlara göre “İrtica PKK’dan dahi tehlikeli”ydi. “Silahsız kuvvetler” darbeyi yapacaktı ancak aba altından sopa da gösterildi.
Bin yıl süreceği zannedilen sürecin fitili ateşlendi
MGK toplantısından 24 gün önce Sincan sokaklarına 20 tank 15 zırlı araç çıkartıldı.
Asker “gerekirse bunları kullanırız” diyordu.
Kandillerince demokrasiye balans ayarı yapmış ve bin yıl süreceği zannedilen bir sürecin fitili ateşlenmişti. Ortada her adımı kurgulanmış bir darbe senaryosu vardı.
Senaryonun iyi rolünde, bugün FETÖ olarak bilinen Fetullah Gülen yapılanması vardı.
FETÖ okullarında okuyan öğrenciler Genelkurmay Karargahında bizzat Genelkurmay Başkanı Karadayı tarafından ağırlanıyor, ilerleyen yıllarda kanlı bir darbeye kalkışan örgütün elebaşı Gülen, 28 Şubat medyasında boy gösterip, “Askerler sivillerden daha demokrat” diyordu.
Hükümete ev ödevleri verildi
Sürece adını veren toplantı. 28 Şubat 1997’de Çankaya Köşkü’nde yapıldı. 8 saat 45 dakika süren toplantıda hükümete ev ödevleri verildi. Açıklanan MGK bildirisinde “aksine davranışların, yaptırımlara neden olacağı” net cümlelerle vurgulandı.
Hükümetin ev ödevinde, 8 yıllık kesintisiz eğitim, imam hatiplerin kapatılması, dindar kişilerin kamudan atılması ve istihdamının önlenmesi, İslam dünyası ile tesis edilen diplomatik girişimlerin sonlandırılması gibi talepler üst sıralardaydı.
Refah Partisi kapatıldı, Erbakan’a siyasi yasak konuldu
Hükümetin iki kanadının saldırılarla yıpratılması sonrası, öldürücü darbe komuta kademesinin de baskısıyla Çankaya Köşkü’nden geldi.
Başbakanlığın Tansu Çiller’e geçmesi için Necmettin Erbakan hükümetin istifasını sundu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini Tansu Çiller yerine Mesut Yılmaz’a verdi.
Sonraki süreçte, Mesut Yılmaz Başbakanlığında ANASOL-D hükümeti kuruldu. Bu aşamada sürecin idaresini yargı ele almıştı.
Refah Partisi kapatıldı, Erbakan ve bazı parti yöneticilerine siyasi yasak konuldu. Türkiye, milletin oyuyla seçilmiş başörtülü bir milletvekilinin Meclis'ten nasıl kovulduğuna şahit olacaktı…
“Bu şarkı burada bitmez”
Siirt’te okuduğu şiir nedeniyle dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında dava açıldı, mahkumiyet kararı verildi.
Erdoğan’ın Pınarhisar Cezaevi’ne gitmeden önce kurduğu cümle Türkiye’nin 28 Şubat süreci sonrasındaki siyasi tarihinin seyrine ilişkin ipuçları veriyordu…
“Bu şarkı burada bitmez. Çünkü biz, bir maraton koşucusuyuz.”
Kaynak: TRT Haber