Açık 15ºC Ankara
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Düzce
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kahramanmaraş
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kilis
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Şanlıurfa
  • Şırnak
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak
Dünya
AA 05.01.2016 14:38

Suudi Arabistan-İran gerilimi

Suudi Arabistan ile İran arasında patlak veren kriz, bölgenin mezhep temelli çatışmalara sürüklenebileceği endişelerine yol açtı.

Suudi Arabistan-İran gerilimi

Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı’nın, 2012 yılından beri tutuklu bulunan Şii din alimi Nemr Bakır en-Nemr’in diğer 46 "terör suçlusuyla" birlikte idam edildiğini resmi açıklamayla duyurmasının ardından, Riyad-Tahran hattında özellikle Suriye kriziyle birlikte tırmanan gerilim ve nüfuz mücadelesi yeni bir boyut kazandı. İran’daki gösteriler sırasında Suudi konsolosluğu ve büyükelçiliğinin ateşe verilmesi, ardından Riyad’ın, bazı müttefikleriyle eşzamanlı olarak Tahran’la bütün diplomatik ilişkileri kesme kararı, “bugüne kadar vekalet savaşları şeklinde devam eden mücadele, mezhep temelli, bölgesel bir savaşa dönüşebilir mi?” sorusunu beraberinde getirdi.

Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden bütün gözlemcileri meşgul eden bu soruyu cevaplamak için Suudi Arabistan ve İran’ın bölgesel politikalarını mercek altına alarak daha dikkatli incelemek gerekiyor. Bu bağlamda iki ülkenin mezhep kökenli tarihsel rekabet süreci göz önünde bulundurulursa yaşanan çatışmanın kırılma noktası olarak 2003 yılında Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi ve akabinde Irak’ta yükselişe geçen ve bölgeye yayılan İran nüfuzu kabul edilebilir. Irak’ın işgali, hem dini hem de siyasi anlamda birbirlerine muhalif olan Suudi Arabistan ve İran’ı, Riyad ile ilişkileri iyi olmasa da İran ile Suudi Arabistan arasında bir tampon oluşturan Saddam rejiminin devrilmesinin ardından tarihte ilk defa, "fiilen" komşu ülkeler haline getirdi.

Suudi Arabistan’ın kendi sınırları içerisinde yaşayan Şii nüfusla problemleri ve İran’ın bu Şii nüfus üzerinde etkili olma ihtimali Suudi idaresinin endişelerinin artmasına yol açtı ve bu endişe kendisini ilk olarak, Suudi Arabistan’ın Irak’ta yükselişe geçen İran nüfuzuna karşı muhalefet konumundaki Sünni gruplara ve siyasetçilere destek vermesiyle kendisini gösterdi.

İran’ın Rusya ve Çin üzerinden bölge ülkelerine nüfuz çabaları

Irak’ta bu rekabet devam ederken Suudi Arabistan, öncelikle 2009 yılında İran’ın desteklediği Husilere karşı Yemen’de o dönemki devlet başkanı Ali Abdullah Salih’le birlikte, 2011’de ise İran desteğiyle Bahreyn’de başlayan ve kısa sürede kontrolden çıkan protestoları durdurmak için Bahreyn idaresinin de talebi üzerine askeri operasyonlar düzenledi. 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş ise Suudi Arabistan ve İran’ı yeniden karşı karşıya getirdi. İran, müttefiki konumundaki Esed rejiminin devamı için askeri ve diplomatik bütün imkanlarıyla sahaya inerken Suudi Arabistan da Esed rejimine karşı savaşan muhalif grupları desteklemeye başladı. Ayrıca İran’ın desteklediği Husilerin Yemen’de darbe yaparak yönetimi ele geçirmesi üzerine Suudi Arabistan, ağırlıklı olarak Körfez ülkelerinden oluşan bir koalisyonu arkasına alarak 2015 yılı mart ayında Yemen’e, halen devam etmekte olan askeri operasyon başlattı. Kısaca özetlenen bu karşılıklı mücadelelere, Suudi Arabistan’ın, İran’ın nükleer programının kontrol altına alınması amacıyla ABD’de yaptığı lobi çalışmaları, İran’ın ise Rusya ve Çin üzerinden bölge ülkelerine nüfuz çabaları da eklendi.  

Ancak buraya kadar klasik anlamda bölgesel ve hegemonik boyutlar taşıyan ve bu dinamiklerle açıklanabilecek mücadelenin en önemli katalizörünün, dini esaslara göre yönetilen iki ülke arasındaki mezhep farklılığı olduğu söylenebilir. Bu bağlamda İran, dünyadaki tek Şii-İslam cumhuriyeti vasfıyla kendisini tüm dünyadaki Şiilerin merkezi ve koruyucusu olarak görürken, Suudi Arabistan ise hem İslam’ın en kutsal şehirleri Mekke ve Medine’nin ülke sınırları içerisinde olması hem de ülkenin resmi mezhebi olan ve kendi perspektiflerine göre Sünni İslam’ın özünü oluşturan Vehhabiliğin de merkezi olması sebebiyle kendisini Sünni dünyanın öncüsü olarak görüyor. İki ülkenin din alimleri açık olarak birbirlerinin İslam anlayışlarını ağır bir şekilde ve bazen de tekfire kadar varan yani İslam dışı olarak görme seviyesine ulaşan bir üslupla eleştiriyor.

Suudi Arabistan gibi güçlü bir ülke için oldukça zorlu bir rakip

Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda Suudi Arabistan ve İran’ın, günümüz dünyasında, kökleri çok daha eski dönemlere dayanan bu dini, siyasi ve toplumsal ayrılıkların temsil edildiği zıt kutupları teşkil ettikleri ifade edilebilir. İki ülke de aralarındaki bu inanç farklılıklarına rağmen özellikle Ortadoğu coğrafyasında birbirine bezeyen metotlarla, siyasetle yoğrulmuş kendi İslam anlayışlarını (mezheplerini) yaymaya ve bu şekilde din merkezli bir nüfuz alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu çerçevede İran, Suudi Arabistan’a nazaran daha başarılı, sofistike ve sistematik bir çalışma yürütüyor. Bunun da başlıca sebepleri İran’a hem Şii dünyasında rakip olacak ikinci bir Şii devletin bulunmaması hem de Sünnilerin yönettiği devletlerin vatandaşı olarak yaşayan Şiilerin kendilerini baskı altında hissetmeleri ve bu şekilde oluşan azınlık psikolojisinin onları İran’a daha çok bağlaması.

Suudi Arabistan ise Vehhabiliği yaymak için uzun yıllardır çalışıyor olmasına rağmen hem Sünni dünya içerisindeki Vehhabilik eleştirileri hem de klasik İslami anlayışının Sünniler üzerinde daha etkili oluşu Suudi yönetiminin Sünnilik anlamında bir monopol kurmasını engelliyor.

Ortadoğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik anlamda en önemli aktörleri arasında yer alan Suudi Arabistan ve İran’ın, siyasi ve dini öğelerle formüle edilmiş bölgesel politikaları ve kullandıkları politik dil, bölgede mezheplere dayalı ittifakların ve düşmanlıkların oluşmasında doğrudan belirleyici bir rol oynuyor. İran, ağırlıklı olarak Irak, Suriye ve Lübnan’daki varlığını tahkim etmiş durumda. Bunun haricinde özellikle Arap ülkelerinde yaşamakta olan Şiiler ve neredeyse tüm Müslüman ülkelerde kurduğu misyonlar ile kendi dini öğretilerini yayarak Şii azınlıklar meydana getirip nüfuz alanları oluşturmaya çalışıyor. Bu bağlamda birçok ülkedeki Şii azınlıkları hem dini anlamda hem de siyasi anlamda eğitiyor ve çatışmaların yaşandığı ülkelerde ise kendisine bağlı Şii gruplara silah yardımları yaparak bu çatışmalara hem dahil hem de taraf oluyor. Uzmanlar, bu özellikleriyle İran’ın bölgede uzun zamandır sürmekte olan mezhep temelli mücadelede kurduğu bağlar ve kendisine bağlı hareket eden gruplar ile Suudi Arabistan’ın oldukça önüne geçtiğini ve çıkabilecek bir savaşta da Suudi Arabistan’a nazaran oldukça avantajlı durumda olacağı değerlendirmesinde bulunuyor. Ayrıca İran, ordusunun sahip olduğu yüksek savaş tecrübesi de hesaba katılırsa Suudi Arabistan gibi güçlü bir ülke için bile oldukça zorlu bir rakip durumunda.

Ortadoğu’daki en modern ve en güçlü ordulardan birisi

Suudi Arabistan ise Ortadoğu’daki en modern ve en güçlü ordulardan birisine sahip. Özellikle son yıllarda artan savaş tehdidiyle büyük silah alımları gerçekleştirerek ordusunun savunma ve saldırı kapasitesini oldukça yükseltti. Yemen’a askeri operasyonlar için geniş bir koalisyon oluşturabilmesi de bölgedeki diğer Arap ülkeleriyle stratejik ittifaklar kurabileceğinin göstergesi. Bunun yanında başta ABD olmak üzere Avrupa ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri, Riyad lehine ayrı bir caydırıcı güç teşkil ediyor. Bu veriler ışığında Suudi Arabistan da İran için oldukça güçlü bir rakip ve özellikle uluslararası destek bağlamında İran, Suudi Arabistan’ın oldukça gerisinde.

Bugün Ortadoğu coğrafyası, yaşanmakta olan çatışmalar ve bu çatışmalara dahil olan iç ve dış aktörlerin farklı amaçlarının doğal bir sonucu olarak tam anlamıyla dağınık ve kaotik bir görüntü çiziyor. Bu karmaşa içerisinde siyasi istikrarını koruyabilen ülke yok denecek kadar az. Daha da önemlisi bölgede yaşanan çatışmalarda, sona yaklaşıldığı ihtimalinden ziyade sürekli artan bir şiddet ivmesi göze çarpıyor. Bu artan şiddet ivmesi bağlamında öne çıkan en kritik konu, bölgede artık iyice belirginleşen mezhep merkezli kutuplaşma ve bu kutuplaşmanın sonucunda her geçen gün daha yakından hissedilen bir "mezhepler savaşı"yla yüzleşme ihtimali.

Bununla beraber taraflar arasında tırmanan gerilimin doğrudan sıcak bir çatışmaya dönüşme olasılığı oldukça düşük görünüyor. Zira iki ülke de birbirlerinin yıkıcı gücünün farkında, daha da önemlisi böyle bir savaşın kazananı değil sadece kaybedeninin olacağını iki ülke de iyi biliyor. Uluslararası güçlerin de bölgesel ve küresel ölçekte yıkıcı etkileri olacak ve sonuçları kestirilemeyecek böyle bir savaşa izin vermeyeceği değerlendiriliyor.  

Bu çerçevede taraflar arasında karşılıklı bir savaştan ziyade uzun zamandır devam etmekte olan vekalet savaşlarının şiddetinin artması ve bölgeye yayılması ihtimalinin güçlendiği söylenebilir. Giderek ivme kazanan mezhep temelli bu kutuplaşma ise şüphesiz bölge ülkelerini de taraf seçmeye zorlayacak veya mecbur edecek bir karaktere sahip.  

 

AA

Sıradaki Haber
Denizler, 2015'te sığınmacı mezarlığına döndü
Yükleniyor lütfen bekleyiniz